TUNA BAŞAR
İ z m i r l i G ö z ü y l e
Yazılar 14
Hayat denilen oyun alanında,
her birimiz ayrı bir oyuncakla zaman geçirmeye çalışıyoruz.
Her birimiz ayrı bir yerde,
farklı kişilerin oyun alanlarına temas ederek,
kurallarını bizim belirlemediğimiz ve bu kurallara müdahale edemediğimiz,
ne zaman, nerde oyun alanına gireceğimiz isteğimiz dışında olan
ve oyun alanından ne zaman çıkacağımızı bilmediğimiz
bir şekilde oyalanıp duruyoruz.
Beni en çok ilgilendiren; bu oyun alanında, yapmamız gerekenleri
yaptıktan sonra çıkmak...
Ama Cemal Süreya'nın da dediği gibi,
Her Ölüm Erken Ölümdür.
Bir çok insan ölmeden önce bu oyunu tamamlamayı başaramıyor.
Yarım bırakmak zorunda kalıyor.
Ama bazıları o kadar erken çıkıyorlar ki bu oyun alanından,
insan oyun alanlarının amacını sorgulamaya başlıyor.
Bunu geçen sene efsane başkan 'Ahmet Piriştina' kalbine yenik düştüğünde düşünmüştüm.
Kendisine verilen oyun alanının dışına çıkıp,
bütün İzmir insanının oyun alanına müdahale ederek,
kendi oyun alanında yapması gerekenleri boşlayarak
(ki ölüm nedeni budur)
çok önemli işler yapmıştı ve daha yapacağı çok şey vardı.
Ama elinde olmayan nedenlerden dolayı,
oyun alanını erken terketmek zorunda kalmıştı.
Geçen sene, bu ayda yaşadığım o büyük üzüntünün üstünden bir yıl geçmesine rağmen,
hala o acı olayı sorguluyorum.
Daha çok erkendi...
Ve o acı olaydan bir yıl sonra, bir değerli kişi daha
bu oyun alanını erken terketmek zorunda kaldı.
Karadeniz müziğine getirdiği özgün yorumla, Karadeniz müziğini Türkiye'ye tanıtan
ve sevdiren, Karadeniz'in asi çocuğu Kazım Koyuncu...
Daha 33 yaşındaydı.
Bir kaç kendini bilmez ve çıkarcı yönetici yüzünden
ve tabii kapitalist güçlerin dünyayı oyun alanı olmaktan çıkardığı,
o korkunç Çernobil faciası yüzünden, Türkiye bir değerini
daha kaybetti.
Şöyle bir bakınca bu tip üzücü olayların hep haziran ayında olması da
düşündürücü.
Demek ki Hasan Hüseyin Korkmazgil
'Haziranda Ölmek Zor'
diye boşu boşuna dememiş.
Bu ay bizden hep değerli insanları alıyor: Nâzım Hikmet,
Orhan Kemal, Ahmed Arif, Ahmet Piriştina, Kazım Koyuncu...
Ve maalesef biz, ölenleri çok çabuk unutuyoruz.
Daha önceki yazılarımda da en çok şikayet ettiğim şey buydu:
Değer yargılarımıza değer vermemek.
Bu değerli insanların ölüm yıldönümlerini kimse hatırlamadı veya hatırlamak istemedi.
İnsanlar ölünce üzülmek mi daha önemli,
yoksa o insanları öldükten sonra da,
İ z m i r l i G ö z ü y l e
Yazılar 14
Hayat denilen oyun alanında,
her birimiz ayrı bir oyuncakla zaman geçirmeye çalışıyoruz.
Her birimiz ayrı bir yerde,
farklı kişilerin oyun alanlarına temas ederek,
kurallarını bizim belirlemediğimiz ve bu kurallara müdahale edemediğimiz,
ne zaman, nerde oyun alanına gireceğimiz isteğimiz dışında olan
ve oyun alanından ne zaman çıkacağımızı bilmediğimiz
bir şekilde oyalanıp duruyoruz.
Beni en çok ilgilendiren; bu oyun alanında, yapmamız gerekenleri
yaptıktan sonra çıkmak...
Ama Cemal Süreya'nın da dediği gibi,
Her Ölüm Erken Ölümdür.
Bir çok insan ölmeden önce bu oyunu tamamlamayı başaramıyor.
Yarım bırakmak zorunda kalıyor.
Ama bazıları o kadar erken çıkıyorlar ki bu oyun alanından,
insan oyun alanlarının amacını sorgulamaya başlıyor.
Bunu geçen sene efsane başkan 'Ahmet Piriştina' kalbine yenik düştüğünde düşünmüştüm.
Kendisine verilen oyun alanının dışına çıkıp,
bütün İzmir insanının oyun alanına müdahale ederek,
kendi oyun alanında yapması gerekenleri boşlayarak
(ki ölüm nedeni budur)
çok önemli işler yapmıştı ve daha yapacağı çok şey vardı.
Ama elinde olmayan nedenlerden dolayı,
oyun alanını erken terketmek zorunda kalmıştı.
Geçen sene, bu ayda yaşadığım o büyük üzüntünün üstünden bir yıl geçmesine rağmen,
hala o acı olayı sorguluyorum.
Daha çok erkendi...
Ve o acı olaydan bir yıl sonra, bir değerli kişi daha
bu oyun alanını erken terketmek zorunda kaldı.
Karadeniz müziğine getirdiği özgün yorumla, Karadeniz müziğini Türkiye'ye tanıtan
ve sevdiren, Karadeniz'in asi çocuğu Kazım Koyuncu...
Daha 33 yaşındaydı.
Bir kaç kendini bilmez ve çıkarcı yönetici yüzünden
ve tabii kapitalist güçlerin dünyayı oyun alanı olmaktan çıkardığı,
o korkunç Çernobil faciası yüzünden, Türkiye bir değerini
daha kaybetti.
Şöyle bir bakınca bu tip üzücü olayların hep haziran ayında olması da
düşündürücü.
Demek ki Hasan Hüseyin Korkmazgil
'Haziranda Ölmek Zor'
diye boşu boşuna dememiş.
Bu ay bizden hep değerli insanları alıyor: Nâzım Hikmet,
Orhan Kemal, Ahmed Arif, Ahmet Piriştina, Kazım Koyuncu...
Ve maalesef biz, ölenleri çok çabuk unutuyoruz.
Daha önceki yazılarımda da en çok şikayet ettiğim şey buydu:
Değer yargılarımıza değer vermemek.
Bu değerli insanların ölüm yıldönümlerini kimse hatırlamadı veya hatırlamak istemedi.
İnsanlar ölünce üzülmek mi daha önemli,
yoksa o insanları öldükten sonra da,
yaşatmaya çalışmak mı?
Herkes ölene üzülür de, niçin bir kaç gün sonra unutmayı tercih eder?
Şiir
Hasan Hüseyin Korkmazgil'in Haziran'da Ölmek Zor isimli şiirinden bir bölümü
sizlerle paylaşmak istiyorum.
...
yıllar var ki ter içinde
taşıdım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına
3 haziran '63'ü
bir kırmızı gül dalı
şimdi uzakta
bir kırmızı gül dalı
iğilmiş üzerine
yatıyor oralarda
bir eski gömütlükte
yatıyor usta
bir kırmızı gül dalı
iğilmiş üzerine
okşar yanan alnını
bir kırmızı gül dalı
nâzım ustanın
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
bir basın işçisiyim
elim yüzüm üstümbaşım gazete
geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
şuramda bir çalıkuşu ötüyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!
yirmisekizhaziranikibinbeş yirmiikkırkdokuz
Tuna Başar
Hasan Hüseyin Korkmazgil'in Haziran'da Ölmek Zor isimli şiirinden bir bölümü
sizlerle paylaşmak istiyorum.
...
yıllar var ki ter içinde
taşıdım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına
3 haziran '63'ü
bir kırmızı gül dalı
şimdi uzakta
bir kırmızı gül dalı
iğilmiş üzerine
yatıyor oralarda
bir eski gömütlükte
yatıyor usta
bir kırmızı gül dalı
iğilmiş üzerine
okşar yanan alnını
bir kırmızı gül dalı
nâzım ustanın
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
bir basın işçisiyim
elim yüzüm üstümbaşım gazete
geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
şuramda bir çalıkuşu ötüyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!
yirmisekizhaziranikibinbeş yirmiikkırkdokuz
Tuna Başar